28 Temmuz 2012 Cumartesi

bi kahve...



Çayın kalabalıkla arası iyidir, muhabbeti kuvvetlidir.
Oysa kahve, ya yalnızlık ister ya da sevgili...

Haşmet Babaoğlu

23 Temmuz 2012 Pazartesi

kıssadan hisse...

böyle bir yerde olmak istiyorum...

ayrılık...

“İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır”, der Dostoyevski…
Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yıldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer.
Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları ayrılık sergiler.
Bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir.
“Ölene kadar” diye söz verilmiştir, ama “ölüm yolunda” başka tercihler belirmiştir.
Kararsız prensesin vicdani azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı “aklini başına” al diye fısıldar kulağına; haytası ise “kalbinin sesini” dinle diye çekiştirir eteğinden.
Hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar.
“Ama”yla biter alelade iltifat cümleleri: “Sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü”,
“Seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim”,
“Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim” vs.vs.

22 Temmuz 2012 Pazar

gelecek...

geleceği bilmek ister miydim?
hayır, geleceği bilmek istemezdin.
sevinçler kadar acılar da getireceğini daha yaşamadan biliyorum.
bunların bir sırası olmadığını da...
beklenmedik zamanlarda, beklenmedik biçimlerde ortaya çıkacaklarını da...
geleceğin kendi kendine bir geçmişe dönmesini, yüzüme doğru yaklaşan her siyah balonun patlayacağı anı bir çocuk gibi gözlerimi kısarak bekleyip, patladığında içimden çıkanın tenime değişini hissetmeyi tercih ederim.

çok azımız...

birini bu kadar değerli bulduğunda, o acı çekerken eğlenemezsin; o, hayatının en önemli dönemeçlerini geçmeye çalışırken başını çeviremezsin, böyle davranmak içinden gelmez; bunu yapmamak gerektiğini bildiğinden değil, başka türlüsünü beceremediğinden öyle davranırsın.
onun annesi öldüğünde haberdar olmasan bile, onun annesinin başında beklediğini bilirken baloda gülerek dans edemezsin.
herkes birine aşık olabilir.
hepimiz aşık olabiliriz.
ama kaçımız, asla kaybetmeye dayanamayacağımız, hayran olduğumuz, beğendiğimiz, eksikliğinin hayatımızı aşk bittiğinde bile eksik bırakacağını hissettiğimiz, sadece onu sevmeyi ve onun tarafından sevilmeyi değil, onun hayatının  bir parçası olup onu hayatımızın bir parçası yapmak istediğimiz, bütün hayatı onun varlığıyla tartabileceğimize inandığımız birine aşık olabiliriz, kaçımız bu muhteşem şansa sahip olabilir?
çok azımız...

insanlar eksiliyor...

2004 te bir kitap okumuştum. o zaman okuduğumda bazı cümlelerden o kadar etkilenmiştim ki altlarını çizmiştim. bazen ara sıra alır elime altını çizdiğim cümleleri okurum. tekrar etkilenirim. o cümlelerden bazılarını sizinle de paylaşmak istiyorum.

"geleceği merak ettiğim anları düşünüyorum da şimdi, hep yalnızdım o anlarda, gelecekle yalnızlık arasında bir bağ var gibi geliyor bana, insan yalnızken geleceği düşünüyor ve geleceği düşünmek insanı yalnızlaştırıyor. biraz sonra dağılacak bir kalabalığa bakmak gibi geleceğe bakmak."

"insanlar ekleniyor hayatına, insanlar eksiliyor, sen bir kalabalıktan bir başka kalabalığa çok da fark etmeden geçiyorsun, birileri senin hayatından çıkıyor, sen birilerinin hayatından çıkıyorsun. ileriye baktığında, geçmişin gölgeleri kaçınılmaz olarak düşüyor geleceğin üstüne, gitmiş olanları hatırladığında gidecek olanları da düşünüyorsun, en yanından bile uzaklaştırabiliyor bu düşünceler, o da eksilecek mi hayatımdan diye soruyorsun kendine. 'o gitmez' dediğin kaç kişi gitti, asla kopamadığım dediğin kaç kişiden koptun, hafızanda birer soluk hayalet şimdi onlar ve sen onların hafızasında soluk birer hayaletsin, gelecek, hayatından kimleri soluk hayaletlere çevirecek."

21 Temmuz 2012 Cumartesi

başka türlü...


başka türlü bir şey benim istediğim,
ne ağaca benzer 
ne de buluta benzer;
burası gibi değil gideceğim memleket,
denizi ayrı deniz, 
havası ayrı hava;
nerde gördüklerim, 
nerde o beklediğim kız
rengi başka, 
tadı başka.

can yücel

kesinlikle, belki...

”Bazen şarkı listeni ne kadar dikkatli hazırlarsan hazırla,
 içinde bulunduğun durum için uygun bir parça yoktur.”

gülhan'ın galaksi rehberi...

hafta sonları en büyük zevkimdir gezi programlarını izlemek. özellikle de biri var ki izlerken hem büyük keyif alıyorum hem de kıskançlıktan resmen ekrandan çekip boğasım geliyor. kim mi? ne mi? tabiki gülhan'ın galaksi rehberi ve onun mizah duygusu yüksek şeker mi şeker enerjik mi enerjik sunucusu gülhan şen. ne enerjisi bitiyor ne de gezdiği yerler. hayatımda herhalde ender kıskandığım kişilerdendir. gezmediği ülke kalmış mıdır diye düşürüm her zaman.
ama geçen aylarda bir röportajına rastladım. işin aslının öyle öyle olmadığını anlatıyor. neredeyse üzülecektim ki kendimi son anda toparladım. o röportajın bir kısmını sizinle de paylaşayım. 

" Gülhan Şen durmadan geziyor ve biz onu izlerken keyif alıyoruz. Ancak bu bir iş ve iş olunca da eğlence değil bir görev olmuyor mu? 
Bu soruyu anlayarak sormanız benim için o kadar özel ve anlamlı ki. Dünyanın en eğlenceli mesleği de olsa, şayet o bir işse, beraberinde pek çok zorluğu da var demektir. Sahnede Madonna’yı izlerken “Oh, kadına bak, şarkı söyleyip dans ediyor ve milyarlarca para kazanıyor” gözüyle bakıyoruz. Oysa, Madonna’nın yaşadıkları kolay mıdır? Elbette değil. Durmadan çalışıyor kadın. İşi çok zor. Bir saatlik konser için kim bilir kaç ay hazırlıklar, provalar yapıyor. Benim programım da öyle. Herkesin yılda bir kez çıktığı tatil gibi değil. Güneş kremimi sürüp, denizde keyif yapmıyorum. Her şeyden önce asla aşmamam gereken bir bütçem var. Belli gün sayısında programı tamamlamam gerekiyor. "

hatta ve hatta... gezgin dergisi'nin temmuz sayısında bir röportajında şunları demiş. gel de kıskanma yani...


E.B.: Peki program başlayalı kaç bölüm oldu?
G.Ş.: Bu sene beşinci sezonunu doldurdu program. 118 bölüm yaptık.
 E.B.: 118 bölüm kaç ülke ?
G.Ş.: Ben toplamda gezdiğim ülkeleri hesapladım, yani program için gezdiklerimin yanında kişisel olarak gezdiklerimi de ekleyerek söylüyorum, 79 ülke 300’e yakın şehir gezdim. Hatta böyle kilometrelerini de hesaplamıştım. Dünyanın etrafını 16 kez dolaşmış kadar yolculuk etmişim.

tabiki iş iştir. her işin zorluğu vardır kendi içinde. o konuda saygı duyuyoruz kendisine de. ama dünyadaki kaç insan çalışırken bir gününü paris'te bir gününü italya'da geçirebilir ki.  veeee gerçekten işini severek yapan kaç kişi vardır şu ülkede?

79 ülke ne demek ya... benim şuanda aklım almıyor. dünyanın etrafını 16 kez dolaşmak falan. işte gerçekten gezgin olmak böyle bir şey.

hepimizin bir gün gezgin olması dileğiyle :))) hoşçakalın!!!

güne gülerek başlayalım...

19 Temmuz 2012 Perşembe

bir de böyle bir durum var...

geçiyoruz...

"Değerli dostluklar" ın devri geçti mi, ne?
 Herkes "eğlenceli arkadaşlıklar" peşinde... 
Birbirimizi hızla tüketip geçiyoruz. 

biliyorum...

Biliyorum,
Bu şehir getirecek seni bana,
Belki bir konser kuyruğunda,
Belki tıkış bir metro vagonunda…
Götürdüğü gibi getirecek,
Aksayan bir gecenin topal ışığında…
(incir reçeli)

kimse...

anlatmayacaksın kalp kırıklıklarını kimseye. açmayacaksın yaralarını. ağlamayacaksın kimsenin önünde. herkes seni üzme hakkını görüyor kendinde o zaman. en hak etmeyenler bile gelip basıyorlar olur olmaz yaralarına. ama bilemezsin işte bu insanların ne zaman nerden çıkacaklarını. biliyor musunuz şapkadan çıkmalarını tercih ederdim yanıkınımdan çıkmalarındansa... kendinizi sakının bu insanlardan...

güne gülerek başlayalım :)


17 Temmuz 2012 Salı

hüzünden öte...


kore filmlerine meraklı olduğumu söylemiştim. ilk filmim göl evi'nin kore yapımıydı. ikincisi ise "more than blue / hüzünden öte". duygusallık tavan yapıyor adeta. bazı sahnelerde gözlerin dolu dolu gülüyorsun. garip duyguları bir arada yaşıyorsun.

 filmden replikler.....

Doktorun nişanlısı: Aşk nedir?
K: Aşk dişlerini fırçalamak gibidir.
Doktorun nişanlısı: Dişlerini fırçalamak mı? Ama bunu tek başına yaparsın.
K: Birine göstermek için mi dişlerini fırçalarsın?


Cream: Evlilik nedir?
K: Evlilik bir diş fırçası kabıdır. Kap sadece bir tanedir, ama diş fırçası çok fazladır. 
Cream: Evlilikle ilgili yapılması gereken ne?
K: Beraber birlikte olmak, bir kaptaki diş fırçaları gibi…



o hiç büyümüyor...


"akıl oyunları"nı izlediğimde üniversitedeydim. bütün arkadaşlar doluşup bir odaya izlemiştik. tabi o zaman gösterimden kalkalı 1-2 yıl olmuştu. kimse izlememiş bir hocamız tavsiye etmişti.

tek kelimeyle bayılmıştım filme. üzüntü ve şaşkınlığı bir arada yaşadık bu filmde. ama en çok o küçük kızın gerçek olmadığını anladığında yani şizofreni olduğunu anladığında yıkıldım resmen. o nasıl bir hüzündür Allahım... nasıl bir hayal kırıklığıdır o...

ve şu söz hep aklımdadır.

" o hiç büyümüyor. marcee gerçek olamaz. hiçbir zaman büyümüyor... "

küçük şeyler...

bazen her şey bu kadar küçülebiliyor insanın gözünde...

başlangıç

Inception / Başlangıç

bazı kişilere şaçma gelebilir belki ama ben büyük bir zevkle izlemiştim. 
özellikle de şu sözü hiç unutamadım. 

“ Durun, şimdi tam olarak kimin bilinçaltına giriyoruz? “ (Ariabne)


sıkıysa yakala


1964′ten 1967′ye kadar Pan Am Havayolları pilotu kimliğine
başarıyla bürünüp yaklaşık üç milyon kilometre bedava uçtum.
Aynı dönemde Georgia’da bir hastanenin pediatri bölümünde 
baş pratisyen doktor ve Louisiana eyaletinde savcı yardımcılarından
biri oldum. 
Yakalandığımda ABD tarihinin en genç ve en cüretkar 
dolandırıcısı kabul edildim. 
Sahte çeklerle, 26 yabancı ülkede ve 
50 eyalette yaklaşık 4 milyon dolar götürdüm.
Bütün bunları daha 19 yaşıma basmadan yaptım.
Adım Frank William Abagnale.

"sıkıysa yakala" herkesin hayranlıkla izlediği bir filmdir muhtemelen. ben çok beğenmiştim. adamın yaşı ve yaptıkları düşülünce şaşırmamak elde değil. bence izlenmeye değerdi.

tatminsizler...

tatminsiz insanların mutsuzluklarını izliyoruz yıllardır. evet o malum dizilerden bahsediyorum. bir sürü doyumsuz insan. zengin ama bir türlü mutlu olamayan kişilikler. mutsuzum mutsuzum diyen ama son model arabalarla gezip pahalı markalardan alışveriş yapıp tatmin olamayanlar. mutlulukları gibi hevesleri de, aşkları da,  sevişleri de geçici... onların hayatında gerçek olan tek şey sanırım nefes almaları. oysa o kadar küçük şeyler var ki hayatta insanı gülümseten, hayata bağlayan. sevdikleriyle aralarında kopmaz bağlar yaratan... ben şunu bilir şunu söylerim. mutlu olmak istiyorsan hayatındaki eksiklere bakmayacaksın. işte o zaman elindekilerin kıymetini bilip her sabah mutlu kalkarsın yatağından. veeee mutluyum mutluyum naraları atmana gerek kalmaz hiçbir zaman. zaten herkes gözlerindeki ışıktan, yaşama sevincinden, hayata bağlılığından anlar ne kadar mutlu olduğunu. benimki bir dost tavsiyesi sadece...

koş...

" bazen yürümeyi öğrenmeden koşman gerekir. "
Iron Man (2008)

(hep duygusal hep duygusal nereye kadar... birazda bilim kurgu, aksiyon, macera...)

unutulmaz adam :)

bizim filmlerimizin içinde de güzeller var bence. hep yabancı hep yabancı nereye kadar...


Şimdi ben buraya neden çıktım? Niçin çıktım? Nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok. Gördünüz, yürüdüm çıktım. Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam, çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. 

umudunu kaybetme

bu filmi izlemeye bir türlü fırsatım olmadı. ama hakkında çok güzel yorumlar yapılmş. ben de araştırırken bir sahneye takıldım. işte o sahne...

can dostum...

izlediğim beni etkileyen filmlerin repliklerini ara ara okur tekrar duygulanır ya da gülerim.

sizi "CAN DOSTUM" filminden duygusal repliklerle baş başa bırakıyorum.
gençlerin güzel dersler çıkaracağı bir film.

“Mükemmel değilsin. Seni şüpheden kurtarayım tanıştığın o kız da mükemmel değil. Asıl soru birbiriniz için mükemmel olup olmadığınız. Önemli olan bu. Dünyadaki her şeyi bilebilirsin ama bunu öğrenmenin tek yolu denemektir. “

“Sana kadınları sorsam neleri sevdikleri hakkında bir sürü şey sayarsın. Ama bir kadının yanında uyanmanın ve mutlu olmanın ne demek olduğunu söyleyemezsin. Sana savaşı sorsam Shakespeare’den bahsedersin değil mi? Ama hiç savaş görmedin. En yakın dostunun, kafası kucağında son nefesini verirken sana nasıl baktığını görmedin. Sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın. Ama bir kadının karşısında hiç tamamen savunmasız kalmadın. Sana gözleriyle hükmedecek birini hiç görmedin. Tanrı’nın seni cehennemden kurtarması için indirdiği meleğin o olduğunu hiç düşünmedin. Onun meleği olmak nasıl bir şey bunu da bilmiyorsun. Bir aşkı sonsuza dek paylaşmayı… ”

İki ayrı zamanda yaşayan iki insan...

"Onunla yazışırken benim için herkesten çok daha gerçekti, benim için; bildiğim her şeyden çok daha gerçekti.”

sene 2006... "göl evi" gösterimde... izlediğimde beni gerçekten etkileyen ilk duygusal film diyebilirim. imkansız olan aşkı daha çekici kılıyormuş bunu öğrendim. aradan 6 yıl geçmiş ama ben hala ara ara açar izlerim. ilk günkü gibi gözlerim dolar. konusu orjinal. ilk defa insanların birbirinden hiçbir karşılık beklemeden birbirlerini arayışlarını izledim. bıkmadan usanmadan...

ve filmde unutamadığım şeyler...
1) bütün duvarları cam olan o göl evi...
2) bir de evin önündeki posta kutusu...


ama sonradan şunu öğrendim :(

"2000 yapımı olan Güney Kore filmi "Siworae" zaman aşırı aşk anlamına geliyor. Amerika'da "İl Mare" ismiyle (İtalyanca--- deniz) yayınlandı. Son olarak filmi 2000 yılında Pusan Uluslararası Film Festivalinde izleyen Güney Kore asıllı iki yapımcı Roy Lee ve  Doug Davison tarafından fark edilerek yeniden çevrim hakları satın alındı ve 2006 yılında "The Lake House" ismiyle yeniden piyasaya sürüldü."


ve bendeki kore özelliklede güney kore filmlerine olan ilgi bununla başladı. 
eğer birgün gerçekten ağlamak istiyorsanız açın bir duygusal güney kore filmi izleyin. 
eminim gözyaşlarınızı tutamayacaksınız.

inanmıştım...

inanmıştım... yanımda olur sanmıştım.
beni kendinden bile sakınır sanmıştım.
öyle sözler vermemişti hiç bana.
ama ben inanmıştım.
çok uzun zaman geçmeden anladım.
meğer ben kendimi bir yalana inandırmışım.

saat...

saatlere bakmak anlamsız geliyor bazen.
ne gereği var diyorsun.
bekleyenin yoksa gelecek kimsen kalmadıysa
ne gereği var zamanın...

daha mı kolay geçerdi o zaman günler?

gitsem keşke... çok uzağa... ne yüz ne ses olmasa. 
konuşmasam kimseyle. öyle bir başıma kalakalsam.
kimse nerden geldin diye sormasa. 
beni kimsesiz bilseler. daha mı kolay geçerdi o zaman günler?

en yakını bile...

kalbi kırılmıştı ama umursanmadı. ağladı ama görmezden gelindi.
ona çok haksızlık edildi. 
bunu da kimse bilmedi. en yakını bile...


söz ver...

söz ver kendine. bahsetme geçmişten.bırak herkes kendi günahının bedelini ödesin. 
sen elindekilerin değerini bil. mutlu olman için yok bir engel.


umut...

hala bir şeylere umut ediyorsan... sende hayat var demektir :)


16 Temmuz 2012 Pazartesi

ah şu şarkılar...

şarkıdaki gibi "iki kelime yetiyor bazen seven kalbi kırmaya"
öyle iki kelime falan değildi ama...
sadece kırmak da denmezdi adına.

biriktirmemek...

biriktirmemek lazım hiç bir şeyi kalpte. sonra kalkamıyor insan o küçücük bedeniyle altından. 
ezildikçe eziliyor. büyüklerimiz ne güzel demiş suya anlat diye. keşke suya anlatınca geçse.
hafiflesen. 
tekrar başlayabilsen kaldığın yerden. 
tabi kalbin hala çarpıyorken.

bu sabahların bir anlamı olmalı...

annem...


keşke çocukluğumdaki gibi olsaydı yaralarım. annem öpünce geçseydi...

yazmak...


bir şeyler yazmış olmak için yazmıyorum. bir şeyler yaşadığım için yazıyorum. 
ama keşke yazmış olmak için yazsaydım diyorum.

bendeniz...

bendeniz peri padişahının kızı...
ama sanmayın ki ne babam padişah ne de ben prenses...
bu sanal dünyada bende kendimi bir şeyler sanmak istedim. bir masalda yer alıp gözlerden kaybolurken içimden geçenleri buraya yazdım.
bir gün okumanız dileğiyle...